GÜL BAHÇESİNDE BİR BATAKLIK: LAİKLİK
- Savaş Barha
- 5 Şub 2012
- 2 dakikada okunur
Cumhuriyet tarihi boyunca, Sayın Atatürk’ün (!) hayalini kurduğu değişimlerin başında geliyordu, bu topraklar üzerinde yaşayan insanları ikiye bölen baş belası ”Laiklik”. (Aslında Atatürk’ün hayali Sekülerlik’ti. Yani dinin dışlandığı bir toplum kurmaktı. Ama o günün şartlarında Atatürk’ün bunu gerçekleştirmesi, ölümsüzlüğü bulması gibi bir şeydi. Bin yıldan beridir şehit kanlarıyla sulanmış bu topraklardan dini öyle kolay bir şekilde silip atmak imkânsızdan da daha öte bir kavramdır.) Halkı; Muhafazakâr (dindar) ve Laik olarak ayırdılar. Osmanlı’yı yıkımın eşiğine getirip bir korkak gibi Alman istimbotuyla kaçan ”Vatan Haini” Enver Paşa’nın geride bıraktı küllerin üzerine, halkı arkasına alıp ”Kurtuluş Savaşı” verdikten sonra galibiyetin verdiği duyguyla yeni bir devlet kuran (!) Atatürk, bir anayasa yazmış ve bunu mecliste kabul ettirmişti. İlk maddelerinden biri de ”Devletin dini İslam’dır.” olmuştur. Ama bu madde çok ağır gelmiş olmalı ki daha sonra bu madde kaldırılarak yerine, ”Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.” maddesi konulmuştur. Bu madde din ve devlet işlerini birbirinden ayırmıştır. (Sözde) Yani devletin aldığı bir karar veya yaptığı icraatta dini yükümlülüklere bakılmayacaktır. Bu çerçeveden baktığımızda, din ve devlet işlerini birbirinden ayrı ise ”Devlet de din işlerine karışmayacaktır.” manası çıkıyor. Ama gelin görün ki bu hiç de böyle olmamıştır. Din, devlet işlerine karıştırılmamışlar, olabildiğince uzak tutulmuştur. Fakat devlet, dinden elini hiç mi hiç çekmemiştir. Bir karabasan gibi musallat olmuş, milletin korkulu rüyası haline gelmiştir. “Devlet”; camileri ibadete kapatmış (ahır olarak da kullandırtmış), okullarda öğretmenlerin ve öğrencilerin, kamu binalarında devlet memurlarının başörtüsü takmasını yasaklamış, Ezan-ı şerifin Arapça okunmasını inkılaplar açısından sakıncalı görmüş ve Türkçe okunmasını yasalaştırmış, cemaatlerin insanlara; dini, Allah’ı, Kur-an’ı öğretmesini istememiş olmalı ki tüm gücüyle cemaatlerin üzerine gitmiş, hemen hemen bütün alimleri mahkum etmiş, Kur’an okunmasını yasaklamış, sarığını çıkarmayan, şapka takmayanları idam etmiş, sarık taktığı dönemde hakkın rahmetine kavuşmuş olan bir alimi mezarından çıkartıp asmış, inkılaplar yerine getirdi deyip mezarına tekrar koymuş, doğuda yaşayan bir çok din adamını bir bahane ile ”İstiklal Mahkemeleri”nce idam sehpasına çıkartmıştır…Dine karışmaması gereken ”Devlet”, toplumdan dini sökmek için var gücüyle çalışmıştır. Bu sebeple diyebiliriz ki; ”Devlet dine karışıyorsa, din de devlet işine karışmalıdır.” Bin yıldır İslam bayrağını bu topraklar üzerinde dalgalandıran ”Osmanlı İmparatorluğu”nun geçici olarak tarih sahnesinden çekilmesi, Kemalistleri; ”İstediğimiz gibi at koşturabiliriz.” şaşkınlığına sokmasın. Kalbi Allah aşkıyla çarpan ”Vatan Delisi” insanların duaları ve çalışmaları oldukça bu topraklar üzerinde ne ezan eksik olur, ne camiler kapatılır, ne de İslam bayrağı yere iner.
Comentarios